|
|
“Yarın cumhuriyeti ilân edeceğiz” diyen Mustafa Kemal Paşa, bir gece önce arkadaşlarına ifade ettiği bu hususu gerçekleştirmek üzere, 29 Ekim 1923 Pazartesi günü, parti grubu ve TBMM nezdinde harekete geçmiştir. O gün saat 10’da ilk olarak Halk Fırkası Grubu’nun toplantısı yapıldı. Ancak hükümet kurulması konusunda yine bir karara varılamadığından, gece Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmelerde alınan kararların uygulamasına geçildi. Nitekim geceki toplantıya katılan Kemalettin Sami Paşa, yemekte alınan kararlar dairesinde, Mustafa Kemal Paşa’nın hükümet buhranına çare bulması için fırka grubunun toplantısına davetini teklif etmiştir. Bu teklifin kabul görmesi üzerine, o sırada Çankaya’da bulunan Mustafa Kemal Paşa fırka meclisine çağrılmıştır. Kısa süre içerisinde toplantıya iştirak eden Paşa, milletvekillerinden bir saatlik bir süre istemiş, sürenin sonucunda bulacağı çözüm yolunu kendilerine arz edeceğini bildirmiştir. Mustafa Kemal Paşa bu bir saatlik süre zarfında, bazı milletvekillerini Meclis’teki odasına davet ederek, onları, 28-29 Ekim gecesi hazırlanan kanun tasarısı konusunda bilgilendirmiş ve konuyla ilgili fikirlerini aktarmıştır. Sürenin bitiminde (13.30), tekrar parti genel kuruluna dönerek, kürsüye çıkmış ve şu tarihî konuşmayı yapmıştır: “Saygıdeğer arkadaşlar, üzerinde durduğumuz meselenin çözümünde karşılaşılan güçlüklerin sebebi, bütün arkadaşlarca anlaşılmıştır sanırım. Eksiklik ve yanlışlık, uygulamakta olduğumuz usul ve şekildedir. Gerçekten de yürürlükteki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na göre, bir hükümet kurmaya teşebbüs ettiğimiz zaman, bütün arkadaşların her biri bakanları ve hükümeti seçmek mecburiyeti ile karşı karşıya kalıyor. Hepimizin birden hükümet üyelerini seçmek zorunda kalmamızda görülen güçlüğün giderilmesi zamanı gelmiştir. Geçen dönemde de aynı şekilde güçlükle karşılaşılıyordu. Görülüyor ki, bu usul bazen birçok karışıklıklara yol açıyor. Yüksek heyetiniz bu güçlüğün çözülmesi için beni görevlendirdi. Ben de bilginize sunduğum bu görüşten hareket ederek, düşündüğüm şekli tespit ettim. Onu teklif edeceğim. Teklifim kabul edilirse, kuvvetli ve kendi içinde uyumlu bir hükümet kurmak mümkün olacaktır. Devletimizin şekil ve niteliğini tespit eden ve hepimiz için bir gaye olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun bazı noktalarına açıklık kazandırmak gerekir. Teklif şudur dedikten sonra, bilinen tasarıyı okutmak üzere, kâtip beylerden birine uzatarak, kürsüden ayrıldım”. Konuşmanın özü şuydu; anayasa değiştirilmek zorundadır, mevcut hükümet buhranı sistemden kaynaklanmaktadır ve bunun çözümü de istikrarlı bir sistemdedir. O da anayasa değişikliğini gerektirmektedir. Gazi Paşa bu suretle nihaî hamlesini yapmış oluyordu. Halk Fırkası toplantısındaki bu açıklama ve tasarının okunmasından sonra, bunun müzakerelerine geçilmiş, milletvekilleri konuyla ilgili görüşlerini dile getirmişlerdir. Toplantının sonuna doğru İsmet Paşa söz almış ve Mustafa Kemal Paşa’nın teklifinin kabul edilmesi gerektiğini şu ifadelerle izah etmiştir: “Parti başkanının teklifini kabule ihtiyaç kesindir. Bütün dünya bizim bir hükümet şekli görüştüğümüzü biliyor. Bu görüşlerimizi bir sonuca bağlayıp açıklamamak, güçsüzlüğü ve karışıklığı sürdürmekten başka bir şey değildir. Bir tecrübemizden söz edeyim. Avrupa diplomatları bu konuda beni uyardılar: devletin başkanı yoktur dediler. Şimdiki idare şeklinize göre başkan, meclis başkanıdır. Demek ki siz, bir başka başkan bekliyorsunuz. Avrupa’nın düşüncesi işte budur. Oysa biz böyle düşünmüyoruz. Millet, hakimiyetini ve mukadderatını fiilî olarak eline almıştır. O halde bunun hukukî olarak dile getirmekten neden çekiniyoruz. Cumhurbaşkanı olmadan başbakan seçilmesini teklif etmek kanunsuz olur. Bunda şüpheye yer yoktur. Başbakanın seçilebilmesi için, Gazi Paşa Hazretleri’nin teklifinin kanunlaşması gerekir. Genelleşmiş olan bir zaafın sürdürülmesinin anlamı yoktur. Partinin bütün millete karşı yüklendiği sorumluluğun gereklerine uygun olarak hareket etmek zarurîdir”. İsmet Paşa’nın bu etkili konuşmasını müteakiben, Abdurrahman Şeref Bey söz almış ve cumhuriyetin ilan edilmesinin, esasında fiilî durumun ilânından ibaret olacağını, şu güzel sözlerle toplantıya katılanlara aktarmıştır: “Hükümet şekillerinin teker teker sayılmasına gerek yoktur. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra, kime sorarsanız sorunuz, bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad bazılarına hoş gelmezmiş, varsın gelmesin”. Abdurrahman Şeref Bey’in bu sözleri mevcut durumu çok iyi özetliyordu. 23 Nisan 1920’de bir çocuk doğmuştu, uzun süre isimsiz olan bu çocuğa şimdi ad koyma zamanı gelmişti. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra çocuğun adı belliydi: Cumhuriyet. Bu tarihî oturumda son sözü alan Yusuf Kemal Bey ise, teklifin kabul edilmesi gerektiği konusunda uzun uzadıya bilgiler vermiş ve “bunun derhal kanunlaşması için gerekli işlemin tamamlanmasını teklif ederim” sözleriyle, mesele artık bir kanun teklifine dönüşmüştü. Fırka grubunun toplantısının bu son aşamasında, tüm müzakereleri müteakiben Mustafa Kemal Paşa’nın 28-29 Ekim gecesi İsmet Paşa ile üzerinde çalıştıkları teklif yazısı birer birer oylamaya konulmuş ve fırka meclisinde kabul edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa birtakım zorluklarla karşılaşsa da, tahayyül ettiği şartları kendi partisine kabul ettirerek, meselenin ilk aşamasını muvaffakıyetle tamamlamıştı. Konuyla ilgili son söz artık TBMM’de idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi 29 Ekim 1923 Pazartesi günkü tarihî toplantısına saat 18.00’de başladı. Cumhuriyet müzakereleri, Kanun-ı Esasî Encümeni (Anayasa Komisyonu) Reisi Yunus Nadi Bey ve arkadaşları tarafından sunulan; “hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olması cumhuriyet demek olduğundan, anayasada Türkiye devletinin hükümet şekli cumhuriyet olmalıdır” şeklindeki teklifleriyle başlamış oldu. Oturumu, TBMM Reis Vekili Çorum Milletvekili İsmet (Eker) Bey yönetiyordu. Bu tarihî oturumda, uzun uzadıya müzakereler yapıldı. Bir gece önce Çankaya’da hazırlanan müsvedde artık Meclisteydi. Bu müsveddenin en önemli kısmı, anayasa değişikliğini öngören birinci maddesindeydi ve aynen şöyleydi: “Hakimiyet bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir. Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti cumhuriyettir”. Müsveddedeki bu esas doğrultusunda gerçekleştirilen müzakereler çok üzün sürdü ve sonunda birinci maddeyle birlikte 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeler esaslı bir şekilde değiştirildi. İkinci madde, 1921 Anayasasında mevcut olmayan ek bir maddeydi: “Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslâm’dır, resmî dili Türkçe’dir”. Dördüncü madde, Türkiye Devleti’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yönetildiğini, ancak Meclisin bu yetkisinin fiilen kullanılmasını İcra Vekilleri Heyeti vasıtasıyla gerçekleştirdiğine dairdi. Onuncu madde, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri içerisinden bir seçim dönemi için seçileceğini ve tekrar seçilmesinin mümkün olduğunu bildiriyordu. Onbirinci madde, Türkiye Cumhurbaşkanı, devletin başkanıdır. Bu sıfatla lüzum gördükçe Meclise ve Heyet-i Vekile’ye başkanlık eder şeklindeydi. Anayasada değişiklik yapılan son madde olan onikinci madde ise şu hususu muhteviydi: “Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilerek, tamamı Cumhurbaşkanı tarafından Meclisin onayına arz olunur. Meclis toplantı halinde değilse, onaylama işi Meclisin toplantısına ertelenir”. İşte 29 Ekim’de cumhuriyetin ilânı ile ilgili anayasa değişikliğine dair TBMM’de yapılan görüşmeler bu şekilde cereyan etti. Anayasa değişikliğini içeren bu altı maddenin TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesiyle, Türkiye’de cumhuriyet ilân ediliyordu. Milletvekillerinin “Yaşasın Cumhuriyet!” sadalarıyla, bu çok önemli gelişme tebrik edildi. Anadolu ve Trakya coğrafyasında yeni bir otorite, gencecik bir devlet ortaya çıkmış ve artık adı da konulmuştu: “Türkiye Cumhuriyeti”. Bu mutlu olayın heyecanı ve sevinci, oturuma iştirak eden milletvekillerinin ayağa kalkarak sürekli alkışları ve tebrikleriyle uzun bir süre devam ettirildi. O gün Meclis müzakerelerine katılan 158 milletvekili vardı ve katılanlarının tamamının oybirliğiyle cumhuriyet ilân edilmişti. Yani bu ilân, bir ittifak kararıydı. Tarihler 29 Ekim 1923’ü, saatler ise 20.30’u gösteriyordu. Böylece 23 Nisan 1920’de kurulmuş olan ve o tarihte adı resmen konulmayan Türk devletinin isim problemi resmen halledilmişti. Bu gelişme Türk Tarihi’nde önemli, çok önemli bir dönüm noktasıydı. Mustafa Kemal Paşa zaten daha sonra bu gelişmeden bahsederken; “Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti’dir” diyecekti. Millî Mücadele’nin başından beri uygulanan millet hakimiyeti, bu suretle fiilî durumunun yanında resmiyet de kazanmış oluyordu. Cumhuriyet ile ilgili olarak kabul edilen kanunun tam adı şu şekildeydi: “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun”. 29 Ekim tarihli anayasa değişikliği, aslında var olan, ama adı o zamana kadar konmayan fiilî bir durumun açıklığa kavuşturulmasından ibaretti. Bu yüzden de kanunun adında, “tavzihan tadil” yani “açıklık getiren değişiklik” ibaresi mevcuttu. Yine bundan dolayıdır ki, cumhuriyetin ilân edilmesi ve cumhurbaşkanı seçilmesi için yeni bar anayasa yapılmasına ihtiyaç duyulmamış, mevcut anayasada değişiklik yapılarak amaca ulaşılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânı, başka bir ifadeyle Türkiye’de cumhuriyetin ilânı konusundaki anayasa değişikliğinin TBMM tarafından onaylanmasını müteakiben, Konya Milletvekili Eyüp Sabri Bey’in ve İstanbul ve Bolu Milletvekilleri Ali Rıza ve Cevad Abbas Beylerin verdikleri iki ayrı öneriyle, cumhuriyetin ilânının ve arkasından yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminin şerefine, yüzbir pâre top atılması ve bunun memleketin diğer kısımlarında da yapılması teklif edilmiştir. Meclis bu teklifleri de olumlu karşılayarak, onaylamıştır. Nitekim cumhuriyetin ilânı ve cumhurbaşkanının seçimi nedeniyle yüzbir pâre top atışıyla ilgili olarak alınan karar, memleketin tamamında büyük coşkuyla ve sevinç gösterileriyle uygulanmıştır. Bu tarihî günün son saatlerine doğru, Meclis’te atılması gereken son ve çok önemli bir adım daha vardı. Hatta bu adım, gerçekleştirilen cumhuriyetin ilânı kararının doğal bir sonucuydu. Nitekim Ertuğrul (Bilecik) Milletvekili Dr. Fikret Bey, TBMM Başkanlığı’na şöyle bir yazılı teklifte bulundu: “Kabul olunan mevadd-ı kanuniyeye tevfikan, reis-i cumhurun hemen şimdi intihabını teklif ederim”. Kabul edilen cumhuriyet kararından sonra zaten olması gereken böyle bir teklifi, TBMM hiç bekletmeksizin işleme koymuş ve oylamaya geçilmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimi, yoklama yapıldıktan sonra gizli oylamayla gerçekleştirilmiştir. Oylamanın yapılmasından sonra, İstanbul Milletvekili Fethi, Diyarbakır Milletvekili Feyzi ve Kırşehir Milletvekili Yahya Galib Beyler oyları saymak ve tasnif etmekle görevlendirilmişlerdir. Sayım yapılıp, sonuç belli olduktan sonra oturumu yöneten TBMM Reis Vekili Çorum Milletvekili İsmet Bey söz almış ve şu kısa hitapla sonucu açıklamıştır: “Türkiye Cumhuriyeti için yapılan intihabda, reye iştirak eden azanın adedi 158’dir. Yüz elli sekiz aza müttefikan Ankara Mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ni Cumhuriyet Riyaseti’ne itnihab etmişlerdir (sürekli alkışlar ve yaşasın sadaları)”. Böylece Mustafa Kemal Paşa, tıpkı cumhuriyetin ilânında olduğu gibi, oylamaya katılan milletvekillerinin tamamının oyunu alarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanlığına seçilmiş oluyordu. Gazi Paşa, milletvekillerinin uzun ve coşkulu alkışları arasında kürsüye çıkarak, hem milletvekillerine teşekkür etmiş ve hem de cumhuriyetin ilânını tebrik etmiştir. Konuşmasında cumhuriyet ile birlikte; “Türkiye Cumhuriyeti’nin mesut, muvaffak ve muzaffer olacağı”nı ifade eden Cumhurbaşkanı, yine milletvekillerinin şiddetli ve sürekli alkışları arasında kürsüden inmiştir. İsmet Bey’in oturumu kapatma hazırlığı karşısında, Bozok (Yozgat) Milletvekili Avni Bey bu kutlu hadisenin bir dua ile taçlandırılmasını teklif edince, Karahisar Milletvekili Kâmil Efendi tarafından kürsüde bir dua yaptırılmıştır. Böylece cumhuriyetin ilânına ve cumhurbaşkanı seçimine dair TBMM oturumu, duayı müteakiben sona ermiştir. Saat 18’de başlayan cumhuriyet müzakereleri tam üç saat sürmüş ve saat 21’i gösterirken oturum tamamlanmış ve kapatılmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanı seçilmesi, Türk Millî Mücadelesi’nin başından beri devam eden fiilî durumu, resmileştirmiş oluyordu. Cumhuriyetin ilânı ile de, 23 Nisan 1920’den itibaren kurulmuş olan, ancak adı konmamış olan rejim de netleşmiş oluyordu: “Türkiye Cumhuriyeti”. İlk cumhuriyet hükümeti de ertesi gün kurulacaktır. Türk Tarihi’nde bir dönem noktası olan cumhuriyetin ilânı, memleketin her tarafında 101 pâre top atışlarıyla ve büyük coşkularla kutlandı. Yaşayan ve yaşayacak olan Türk nesilleri, Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere tüm çalışma arkadaşlarına, ekibine, özellikle cumhuriyeti ilân edenlere borçludurlar ve borçlu olacaklardır. Müstakbel Türk nesillerinin en büyük görevi, almış oldukları Cumhuriyet emanetini daha güçlü ve sağlam bir şekilde, kendisinden sonra gelecek nesillere salimen ulaştırmak olmalıdır. Ancak ve ancak bu suretledir ki; “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidâr olacaktır”. Sakarya Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi |